Saturday, October 30, 2010

Türkiye de Yerel Datacenter (DC) Çözümleri - Hosting

Türkiye nin birçok konuda da olduğu gibi bilginin merkezi olma imkanı var.Bunun yollarından biride datacenter yani veri merkezlerinin Türkiye de kurulması hatta yurtdışına servis verebilen yer olmasıdır.
Bu anlamsız şekilde şimdiye kadar özellikle kamu tarafından önlendi. Halbuki en çok onlara yarar sağlayabilirdi.
Genelde yurtdışından aldığı hizmeti, yerelleştirme ile halkımıza sunma durumundan, bir anlamda da bilginin yurtdışını gezip gelmesi durumundan üretken, kendi yazılım ve donanım çalışmalarını ve sistem kurulumları yapar hale geldik. Tabii bunlar güzel gelişmelerdir.

Araştırma yaparken birçok linke ve bilgilere ulaştım,

http://www.r10.net/datacenter/
http://www.ripe.net/membership/indices/TR.html
http://www.hostlogr.com/
http://www.ipaddress-locator.com/

sitelerini kullanarak merak ettiğiniz datacenter bilgisine ulaşabilirsiniz.

Turk telekom ve Superonline dışında da bu işe yatırım yapan ve hizmet kalitesine odaklanan bircok firma var. Tabii bu tekel(Turk Telekom) ortamında sonucta uzun yaşayanda var, kısa zamanda ölen şirketlerde, her ne kadar BTK da bu işe de el atsada Turkiye yi DC merkezi yapmazsa kendi olus felsefesine ters dusecektir....

Bu link özet olarak bazılarını veriyor:

http://www.datacentermap.com/turkey/
http://www.datacentermap.com/turkey/istanbul/ 

Listede ismi olmayan ama vasat üstü olduğu fikri oluşan datacenterlarımızda var.Genelde tavsiye edilen, gerek altyapı ve müşteri hizmetleri bakımından, firmalarımız;

Turk Telekom, Superonline, Koc.net, SadeceHosting, DGN Teknoloji Datacenter, Netdirekt Türkiye ile Netinternet Datacenter, Radore, daha.net dir.

Bunlar ile USA deki Akamai lerin, Avrupada ki leaseweb ve OVH lerin karşısına rakip cıkamayacağız ama Almanya ve Hollanda gibi ülkelerdeki firmalara alternatif olabileceğimizi gördüm.

Linklerde örnekler mevcut.
Ama sadece turk telekom un fiyatları ucuzlatması bu işin gelişmesine kesinlikle katkı yapmaz.
http://www.inc.com/inc5000/2009/company-profile.html?id=200906300

Bu tip şirketlerden bizde olmaz.

surekli guncellenen rapor

http://www.hostbul.net/ (Web Hosting Firmaları İstatistikleri) 
Ayrica baglanti kalitesi nereden geliyor diyorsaniz :
Güncel global bilgiler icin http://www.jet-stream.com/ ve http://www.cdnplanet.com/blog/ bloglarina da bakabilirsiniz.





Wednesday, January 27, 2010

Hayattan Dersler

Peter Drucker’in Hayatindaki 7 Onemli Ders
Liseyi bitirip memleketim Viyana’dan pamuk ihracatcisi bir sirkete stajyer olarak gittigimde henuz 18 bile degildim. Babam bu yaptigimdan hic memnun olmadi. Ailemiz uzun suredir burokratlar, profesorler, avukatlar, doktorlar cikaran bir aileydi. Dolayisiyla babam benim bir universite ogrencisi olmami istemisti, bense Latince ogrendigim siki bir lise evresinden sonra yorulmustum ve calismak istiyordum. Ancak babami mutlu etmek icin Hamburg Universitesi’nin Hukuk fakultesine de kaydoldum.
O yillarda Avusturya’da ya da Almanya’da bir ogrencinin duzenli okula gitmesi gerekmiyordu. Yapilmasi gereken tek sey, hocalarin imzalarini kayit defterine gecirilmesiydi. Bunun icin ogretim uyelerinin sekreterlerine usulune uygun sekilde ricada bulunmak imzalari almak icin yeterliydi. Hic gece dersi yapilmadigindan ve gunduzleri de ise gittigimden tek bir derse bile girememistim. Buna ragmen hala iyi bir ogrenci olarak kabul ediliyordum. Butun bunlar modern zamanlardaki Insanlara aykiri gelebilir, fakat o gunlerde bunlar cok normaldi. Universiteye girmek icin lise mezunu olmak yeterliydi. Universite diplomasi almak icin gerekli olanlar, kucuk bir miktar olan universite harclarini odemek ve dort yilin sonunda bitirme sinavini gecmekti.
Stajyer olarak calismak son derece sikiciydi ve cok az sey ogrenmistim. İs sabah yedi bucukta basliyor ve saat dortte bitiyordu; Cumartesi gunleri ise 12’de ozgur kaliyordum. Bol bol zamanim vardi. Hafta sonlari Avusturya’dan iki stajyer arkadasimla otostop cekerek Hamburg yakinlarindaki kasaba ve koylere giderdik, resmi olarak ogrenci oldugumuzdan ogrenci yurtlarinda ucretsiz olarak kalirdik. Hamburg’un unlu sehir kutuphanesi de, isyerimin yani basindaydi. Universite ogrencilerinin de istedikleri kadar kitap alma hakki vardir. Yaklasik 15 ay boyunca İngilizce, Almanca ve Fransizca’dan sayisiz eseri hic durmaksizin okudum.
İlk Ders: Mukemmele ulasmak bir kez daha dene, kac yasinda olursan ol!
Daha sonra haftada bir operaya giderdim. Hamburg Operasi, simdi oldugu gibi o zaman da dunyanin en unlu operalarindandi. Her hafta operaya gidecek kadar cok maas almiyordum, ama operalar da universite ogrencileri icin ucretsizdi. Yapmaniz gereken tek sey opera baslamadan bir saat once oraya gitmekti. Gosteri baslamadan once satilmayan ucuz biletler universite ogrencilerine ucretsiz verilirdi. Operaya gittigim aksamlardan birinde, İtalyan bestecisi Giuseppe Verdi’nin 1893’te yazdigi son operayi “Fallstaff”i dinledim. Su siralar son derece populer olsa da 1930’lardan once seyrek olarak sunulan bir opera eseriydi. Hem operayi soyleyenler, hem de dinleyenler icin zor bir eserdi. Viyana’da yetismis bir genc olarak oldukca iyi bir muzik egitimim vardi. Bircok opera dinlemis olmama ragmen, bunun gibi bir sey daha once duymamistim.
Bir arastirma yaptigimda beni son derece sasirtan bir sey buldum. Bu opera; nesesiyle, yasam icin verdigi muthis zevkle, inanilmaz dogalligiyla seksen yasinda bir adam tarafindan yazilmisti. 18 yasinda biri olarak, seksen yas benim icin inanilmaz bir yasti. Daha sonra Verdi’nin kendisi icin yazdiklarini okudum.
Fallstaff’i yazmasindan sonra ona soyle sormuslardi:
“Bu seksen yasinizda, opera dunyasinda yuzyilin en buyuk bestecilerinden biri kabul edilmenize ragmen, nicin cilginca bir calismayla yeni bir opera yazdiniz ve nicin bu kadar sinirlari zorlayan bir tane?”
Verdi soyle cevap vermis:
“Bir muzisyen olarak tum yasamim boyunca mukemmelligi kovaladim. O ise her seferinde benden siyrilmaya calisti. Seksen yasinda da olsam onu bir kez daha yakalamaya calismayi denemek boynumun borcuydu.
Bu sozleri hicbir zaman unutmadim. Bende silinmeyen bir etki birakti. Verdi, on sekiz yasindayken egitimli bir muzisyendi. Bense on sekiz yasinda ne olacagimi bilmiyordum, sadece pamuk ihracatinda bir basari abidesi olacaga benzemiyordum. On sekiz yasinda, olgunlasmamis, acemi ve bir on sekiz yasindaki bir gencin olabilecegi kadar toydum. Otuzlu yaslarimin basinda nede iyi oldugumu ve hangi alana ait oldugumu biliyordum. Ancak ne is yaparsam, yapayim, Verdi’nin sozleri benim kutup yildizimdi.
İleri yasima bile gelsem, vazgecmeyecektim. Mukemmeliyet icin calisacaktim, ne kadar kovalarsam, kovalayim onun benden kacacagina emin olsam da…
İkinci Ders: Insanlarin degil, Allah’in dikkatini cekecek kadar mukemmel bir is yap!
Asagi yukari ayni siralarda, Hamburg’da stajyer olarak calisirken “mukemmelligin” ne anlama geldigine dair bir hikaye daha okumustum. Bu hikaye, Antik Yunan’in en buyuk heykeltirasi Phidias’in hikayesiydi. Milattan once 440 yilinda yaptigi anitlar 2400 yil sonra gunumuzde dahi Atina’da Parthenon’un tepesinde ayaktadir. Bugune kadar bunlar Bati geleneginin en buyuk heykeltiraslik eserleri sayilmistir. Phidias dunyanin en buyuk heykeli olan Zeus heykelini kuyumcu gerecleriyle yapmistir. Herkesin hayran kaldigi bu anitlarla ilgili faturayi sehrin mali isler baskanina gonderdiginde, baskan odeme yapmayi reddetmistir.
“Bu anitlar, Atina’nin en yuksek tepesinin ustundeki tapinagin catisina dikilmistir. Herkes onyuzunu gorebilse de, arka yuzunu kesinlikle gorememektedir ve sen bize hic kimsenin goremedigi arka kisimlarini da fatura ediyorsun.”
Phidias sert bir sekilde yanit verir:
“Yaniliyorsun, Tanrilar onu gorebilir.”
Bunu Fallstaff’i dinledikten kisa bir sure sonra okumustum ve carpilmistim. Daha once boyle bir sey gormemistim. Tanri’nin fark etmesini istedigim bircok sey yapmistim, ama esas olan baska bir seydi:
Insan, diger insanlarin beklenti sinirlarinda degil, Allah’in begenecegi, fark edecegi bir mukemmeliyet icin cabalamaliydi.
Insanlar, bana hangi kitabimi en iyi olarak kabul ettigimi sorduklarinda, gulumseyerek soyle derim: “Bir sonraki.” Bunu sadece bir espri olarak soylemem. Verdi’nin opera yazarken ki ruhuyla soylerim, mukemmeliyet icin bir kez daha denemek gerekir. Su anda (bu satirlari yazdigi sirada seksen bes yasinda) iki yeni kitap ustunde calisiyorum. Oncekilerden daha iyi olacaklarini umuyorum ve daha da onemlisi mukemmele bir parca olsun daha yakin olacak. (Bunlardan biri yayimlandi. Peter Drucker, 21.Yuzyil İcin Yonetim Tartismalari, Epsilon Yayinlari, 2000)
Bir gazeteci olarak calismak
Birkac yil sonra, Almanya’ya Frankfurt’a tasindim. Bir borsa araci sirketi icin once stajyer olarak calistim. New York Borsasi’nin 1929’daki cokusunden sonra araci sirket iflas etti. Yirminci yas gunumde Frankfurt’un en buyuk gazetesine, mali konularda ve dis iliskiler konusunda yazar olarak girdim. Gecis yaparak hukuk ogrenciligime devam ettim. O yillarda bir Avrupa universitesinden digerine gecis yapmak cok kolaydi. Hala hukukla ilgilenmiyordum; ama Verdi ve Phidias’in verdigi dersler aklimdaydi. Bir gazeteci, bircok konuda yazmak zorundaydi ve boylece yetkin bir gazeteci olabilmek icin herk konuda bir seyler ogrenmeye karar verdim.
Ucuncu Ders: Bircok konuda derinles!
Calistigim gazete ogleden sonra bitmek zorundaydi. Sabahlari altida calismaya baslar ve oglen ikiyi ceyrek gece bitirirdik. Boylece kendimi ogleden sonralari ve aksamlari calismaya zorladim: Uluslararasi iliskiler, uluslararasi hukuk, sosyal ve yasal kurumlar tarihi, finans ve digerleri. Zamanla hala kullandigim bir sistemi gelistirdim. Her uc ya da dort yilda bir yeni bir konu secerim; bu bazen istatistik olur, bazen ortacag tarihi, bazen Japon sanati, bazen de ekonomi. Uc yillik bir calisma bir konunun uzmani olmaya yetmez, ama anlamak icin yeterlidir. Boylece son altmis yildir, belirli bir donemde tek bir konuyu calismisimdir. Bu bana sadece bilgi kaynagi olmamistir. Ayni zamanda beni yeni disiplinlere, yeni yontemlere ve yeni yaklasimlara acik olmaya itmistir.
Dorduncu Ders: İyi yaptiklarini, yapamadiklarini bil ve gelecek yil icin iyilestirme plani yap!
Kendimi uzun sure entelektuel olarak ayakta tutmama yol acan dorduncu dersi, Avrupa’nin onde gelen bas editorunden almistim. Editor kadrosu oldukca genc Insanlardan olusuyordu. Yirmi iki yasinda, yardimci yonetici editorlerden biri olmustum. Bunun nedeni cok iyi olmam degildi, hicbir zaman birinci sinif bir gazeteci olmadim. Ama 1930’lu yillarda otuz yasin ustunde bu tur bir konum icin uygun kimse kalmamisti; hemen hepsi I. Dunya Savasi’nda olmustu. Son derece yuksek ve sorumluluk gerektiren konumlar, benim gibi genc Insanlar tarafindan dolduruluyordu. Bu durum Pasifik savasi’ndan on yil kadar sonra 1950’lerin sonlarina dogru gittigim Japonya’da da ayniydi.
O siralar ellili yaslarinda olan bas editorumuz genc ekibini disipline etmek ve egitmek icin sonsuz ugras veriyordu. Her hafta her birimizle yaptigimiz isi ele aliyordu. Yilda iki defa yilbasindan sonra ve tatil iznimizden once Haziran’in sonunda bir Cumartesi ogleden sonramizi ve Pazar gunumuzu bir degerlendirme toplantisina ayirirdik.
Bu toplantilarda neler konusulurdu:
Once gecmis alti ayi degerlendirerek geciriyorduk.
Editorumuz her zaman iyi yaptigimiz seylerle konusmaya baslardi.
Daha sonra iyi yapmaya calistigimiz seylerle konusmaya devam ederdi.
Bir sonraki asamada yeterince calismadigimiz seyler hakkinda konusurdu.
Son olarak da kotu yaptigimiz ya da basarisiz oldugumuz konularin elestirisini yapardi.
Son iki saatimizi gelecek alti aydaki isimizi ongormeye ayirirdik.
Nelerin ustune konsantre olmaliyiz?
Neleri iyilestirmeliyiz?
Her birimizin ogrenmesi gerekenler nelerdir?
Bu toplantidan bir hafta sonra, bas editorumuze izleyen alti ay icin bir calisma ve ogrenme programimizi her birimiz ayri ayri verirdik.
Bir onceki yili degerlendirmek
Yaklasik on yil sonra, ABD’ye henuz geldigimde, bunlari hatirladim. 1940’larda onde gelen bir fakultede ogretim uyesiydim, kendi danismanlik isimi baslatmis ve buyuk kitaplar yayimlamaya baslamistim. Daha sonra Frankfurt’taki editorumun ogrettigini hatirladim. O zamandan beri, her yaz iki haftami gecmis yildaki calismalarimi degerlendirmekle geciriyorum. Once iyi yaptigim seyleri, sonra daha iyi yapabilecek oldugum seyleri, iyi yapamadigim seyleri ve son olarak kotu yaptigim ya da yapamadigim seyleri degerlendiriyorum. Boylece danismanlik, yazarlik ve ogretim islerindeki onceliklerimi belirleyebiliyorum.
Hicbir zaman, Agustos ayinda yaptigim bu planlari tam olarak uygulayamadim, ancak bu calismalar beni Verdi’nin “mukemmeli yakalamak icin cabala” dusturundan gitmeme yardim etti, mukemmel benden hep daha hizli davranip kactiysa da…
Besinci Ders: Yeni bir goreve geldiginde, yapman gerekeni ogren!
Bir sonraki ogrenme deneyimim birkac yil sonraydi. 1933’te Frankfurt’tan Londra’ya gittim, once buyuk bir sigorta sirketinin yatirimlar bolumunde analist olarak, daha sonra kucuk ama hizli buyuyen bir bankanin ekonomisti ve uc kidemli ortagin genel sekreteri olarak calistim. Kurucu olan ortak yetmis yaslarindaydi ve diger iki ortak otuzlu yaslarinin ortalarindaydi. Once iki genc ortakla calistim ve daha sonra yaklasik uc ay sonra yasli kurucu ortak beni ofisine cagirdi ve dedi ki:
“Sen buraya geldiginde seni cok fazla dikkate almamistim; hala da almiyorum. Ancak sen tahmin ettigimden daha aptalsin; ve hatta sen hakkin olandan daha fazla aptalsin!”
Diger iki genc ortaklar, hemen her gun beni goklere cikarirken, bu ortak beni aptal bulmustu.
Yeni bir goreve geldiginde yapman gereken nedir
Yasli adam devam etti:
“Sen daha once calistigin sigorta sirketinde cok iyi yatirim analizleri yapiyordun anliyorum. Ama eger biz senin yatirim analizi isine devam etmeni isteseydik, seni orada birakirdik. Sen su anda ortaklarin genel sekreterisin ve hala yatirim analizleri yapmaya devam ediyorsun.
Yeni isinde etkili olmak icin su anda ne yapiyor olman gerekirdi?”
Cilgina donmustum, ama yine de yasli adamin hakli oldugunu anliyordum. Davranisimi ve calisma seklimi tamamen degistirdim.
O zamandan beri, ne zaman yeni bir gorev alsam, kendime su soruyu sorarim:
“Yeni gorevimde etkili olmak icin ne yapmam gerekiyor?”
Bu sorunun cevabi her seferinde farkli olur.
Yaklasik elli yildir danismanim. Bircok ulkede bircok organizasyonla calistim. Insan kaynaklarinin en buyuk israf yolu, basarisiz terfilerdir. Yetenekli Insanlar terfi ettikleri yeni konumlarinda birer basari abidesine donusmuyorlar. Bunlardan cok azi tamamen basarisiz olur. Cok daha buyuk bir miktari, ne basarisiz olurlar, ne de basarili olurlar, sadece ortalama olurlar. Cok azi ise basarili olur.
(yeni gorevinde etkili olmak icin ne yapmasi gerektigini bulur ve onu yapar ve boylece)
On ya da on bes yildir yetkin olan Insanlar, ne olur da birden yetkinliklerini kaybederler? Asagi yukari butun vakalarda gordugum, Insanlarin benim Londra Bankasi’nda yaptigim hatayi yaparlar. Yeni gorevlerinde, onlara eski gorevlerinden terfi etme yoluna acan isleri yapmaya devam ederler. Boylece yetkinliklerini kaybederler, cunku yanlis seyleri dogru sekilde yapiyorlardir.
Altinci Ders: Kararlarini, kararlarin beklenen sonuclarini yaz ve sonra gerceklesenle tahminlerini karsilastir.
Birkac yil sonra, 1945’lerde İngiltere’den Amerika’ya 1937’de tasindiktan sonra, uc yillik calisma konularimdan biri olarak “Erken Modern Avrupa Tarihi”ni secmistim, ozellikle de besinci ve altinci yuzyillari. O donemde Avrupa’da iki hakim guc vardi. Bunlardan biri, Jesuitler, bir digeri ise Calvinistler idi.
Bu orgutlerden herhangi biri, kritik bir karar aliyorsa, bekledigi sonuclari da yazmak zorundaydi. Dokuz ay sonra, gerceklesen sonuclarla tahminlerini de karsilastirmasi gerekirdi.
Bu yontem bir sure sonra,
karari alan kisinin neyi iyi yaptigini ve
guclu yanlarinin neler oldugunu gosteriyordu.
Ayrica
ne ogrenmesi gerektigini ve
hangi davranislarin degismesi gerektigini
neleri iyilestirebilecegini de gosteriyordu.
Sonuc olarak,
neye yetenegi olmadigini ve neden uzak durmasi gerektigini,
neyi iyi yapamadigini da gosteriyordu.
Bu yontemi son elli yilda kendim icinde kullandim.
Not: Bu kitabin Geri Bildirim Analizi isimli bolumunde Peter Drucker’in bu yontemi nasil kullandigi da ayrintili olarak anlatilmaktadir.
Yedinci Ders:
1949 Aralik ayinda New York Universitesi’nde yonetim ogretmeye baslamistim. Babam o sirada yetmis uc yasindaydi, California’dan bizi ziyaret etmeye gelmisti. Hemen yilbasindan sonra onun arkadasi olan unlu ekonomist Joseph Schumpeter’i ziyarete gittik. Babam emekli olmustu, ama Schumpeter altmis alti yasinda hala Harvard Universitesi’nde ders veriyordu ve Amerikan Ekonomi Dernegi’nin aktif baskanligini yapiyordu.
1902 yilinda babam Avusturya Maliye Bakanligi’nda burokrat olarak gorevliydi ve universitede ekonomi ogretiyordu. Genc ogrenciler arasinda en parlak olani Schumpeter idi. Schumpeter, gosterisli, magrur, igneleyici bir kendini begenmisti; babamsa sessiz, nazik ruhlu, kendini yok gosterecek kadar alcakgonulluydu. Cok farkli olmalarina ragmen cok iyi iki dosta donusmusler ve oyle kalmislardi.
1949 yilinda, Schumpeter cok farkli bir Insandi. Altmis alti yasinda ve Harvard’daki son ogretim yilinda, kendi sohretinin dorugundaydi. İki eski dost, eski gunlerden konusarak harika vakit gecirdiler; ikisi de Avusturya’da yetismis ve calismislardi ve ikisi de sonunda Amerika’ya gelmislerdi. Schumpeter 1932’de babamsa dort yil sonra. Sohbet sirasinda babam aniden sordu:
“Joseph, neyle hatirlanmak istedigin hakkinda hic konusuyor musun?”
Schumpeter, bir kahkaha patlatti, oyle ki ben bile guldum. Schumpeter’in otuz kadar kitabi yayimlanmisti ve iki tanesi bas yapit sayilabilecek iki ekonomi kitabiydi, Schumpeter zaten bunlarla unlenmisti. Belki gencliginde sormus olsaydik, muhtemelen Schumpeter, Avrupa’da kadinlarin en cok sevdigi adam, Avrupa’nin en iyi at binicisi ve dunyanin en buyuk ekonomisti olarak hatirlanmak isteyecekti.
Schumpeter soyle cevap verdi:
“Bu soru hala benim icin onemli, ama artik bu soru icin daha farkli bir cevabim var. Artik yarim duzine ogrenciyi, birinci sinif ekonomistlere donusturmus olmakla hatirlanmak istiyorum.”
Babamin yuzundeki hayret dolu ifadeyi gormus olarak sozlerine devam etti:
“Biliyorsun, Adolph, artik kitaplarla ya da teorilerle animsanmanin yeterli olmadigini bildigim bir yastayim. Birisinin yarattigi fark, eger bir baska Insanin yasaminda fark yaratmiyorsa, o kisi fark yaratmis sayilmaz.”
Babamin Schumpeter’i ziyaret etmesinin nedenlerinden biri de, Schumpeter’in hasta olmasi ve cok uzun yasamasinin beklenmemesiydi. Gercekten de bizim ziyaretimizden bes gun sonra Schumpeter oldu.
Bu konusmayi hic unutmuyorum. Bu konusmadan uc sey ogrendim:
• Insan oldukten sonra neyle hatirlanmak istedigini kendine sormali.
• Bu sorunun cevabi yaslandikca, olgunlastikca, dunya degistikce degismeli.
• Hatirlanmaya deger olan, birinin baskalarinin yasamlarinda yarattigi (olumlu) farklardir.
Not: Peter Drucker’in Hayatindaki 7 Ders, Peter Drucker’in Isao Nakauchi ile yaptigi mektuplasmalardan olusan bir kitap olan Drucker on Asia’dan derlenmistir (Drucker on Asia, Butterworth Heinemann, Boston, 1997, sf. 102-110).
****

Yıllar gectikce neleri doğru ve yanlış yaptığımı sorguluyorum.türkiye'de duruma bakıyorum.
türkiyede bilgi var ama o bilgiyi değelendirecek bilgili insan sayısı o kadar azki.